okulsuzluk – 6. bölüm: alternatif arayışlar devam ediyor…

uzun bir düşünme döneminden sonra yine waldorf okulunu en güçlü olasılık olarak masaya yatırdık. belki daha sıcak bir iklimde, yaşam koşulları çok pahalı olmayan başka bir şehirde, başka bir waldorf okulu bulabilirdik. taşınmak, yer değiştirmek;   bülent ev ofisi üzerinden çalıştığı ve ben de doktora eğitimimi o aralar dondurduğum için bir seçim olabilirdi. daha önce bunu defalarca düşünmüş, fakat her seferinde biraz sonra anlatacağım sebeplerden dolayı vazgeçmiştik. çocukların eğitimleri ve okul hayatları da işin içine girince, neden olmasın diyerek harekete geçtik.

karlarla kaplı bir kış günü yola çıkıp, sekiz saat sonra önümüzdeki beş günü geçireceğimiz otelimize vardığımızda gece yarısını çoktan geçmişti. yolculuktan önce,  civardaki bütün waldorf ve montessori okullarından ziyaret için randevu almıştım. zaten bölgede sadece bir tane waldorf okulu vardı ama montesssori okullarının sayısı oldukça fazlaydı.

waldorf okulu bizi hayal kırıklığına uğratmadı. aradığımız her şeyi ve fazlasını burada da bulabilmiştik. okul ücretleri yine pek mantıklı görünmüyordu. eğer karar verirsek; dişimizi tırnağımıza takıp çalışır ve bu hayali gerçekleştirmek için çabalayabilirdik. zaten ziyaret ettiğimiz montessori okullarında umduğumuzu bulamamıştık. hemen hepsinde akademik çalışmalar yoğun bir şekilde ön plana çıkarılmıştı. elimizde pek fazla bir seçeneğimiz de kalmamıştı.

fakat hiç beklemediğmiz bir sürpriz bizi bekliyordu. listedeki bütün okulları ziyaret ettikten sonra geriye, 6. sınıfa kadar devam eden küçük, kendi halinde bir montessori okulu daha kalmıştı. bülent; madem bu kadar yol geldik , bu okulu da gezelim diyerek randevu aldı. okuldaki turumuz ana sınıfları bölümünden başladı. öğretmenlerden biri,  sınıfın tenha bir köşesinde 5-6 çocuğa kitap okuyordu, diğer çocuklar az uzakta, gruplar halinde oyunlar oynuyorlardı. okulun sıcak, mütevazi bir atmosferi vardı. çocuklar sakin, huzurlu ve mutlu görünüyorlardı. ana sınıfında gördüğümüz iki öğretmenin ikisi de farklı milletlerdendi. bu çok hoşuma gitmişti; hatta öğrenciler de çeşit çeşitti, bariz bir beyaz üstünlüğü yoktu.

ana okulu sınıflarını bitirdikten sonra okulun dış alanlarını gezmeye başladık. içinde piknik masalarının olduğu bir bahçeden geçerken öğretmen masaları işaret ederek burası bizim yemek salonumuz dedi. ben ne demek istediğini anlamadığım için yüzüne baktım; bana bütün öğrenci ve öğretmenlerin yaz-kış, hatta en soğuk günlerde dahi dışarıda yemek yediğini açıkladı. o anda içim kıpır kıpır olmuştu bile. daha sonra ilkokul bölümlerini de gezme fırsatı bulduk. 1-3. sınıf ve 4-6. sınıf olmak üzere iki ilkokul grubu vardı. binanın ilkokul tarafı oldukça aydınlık ve renkliydi. çocuklar yine özgür bir şekilde tek başlarına veya gruplar halinde kendi projeleri üzerinde çalışıyorlardı. öğretmenler işleriyle meşguldü. öğrenciler bir taraftan çalışırken, diğer taraftan kendi aralarında sohbetler edip, gülüşüyorlardı.

sınıflarda en çok dikkatimi çeken müzik aletlerinin çokluğu olmuştu. sanat aktiviteleri için de geniş, ferah, bakımlı, ve materyal açısından zengin bir oda ayrılmıştı. daha da önemlisi bütün çocukların gözlerinde daha önce waldorf okulları dahil hiç bir okulda görmediğim bir ışıltı vardı. aslında her girdiğim okulda çocukların gözlerine bakmayı adet edinmiştim. evet bu okulda hissettiğim tam anlamıyla mutluluktu.

öğretmenlerle konuştuktan sonra bunun sebebini biraz daha iyi anladım. evet, okulun takip ettiği bir müfredat vardı. ve çocuklar bu müfredat kapsamında üzerlerine düşen bütün çalışmaları her gün yerine getirmek zorundaydılar. fakat günlük çalışmalarını (okuma, yazma ve matematik konularında) bitirdikten sonra (ki bu max 2 saati geçmiyordu), geri kalan zamanlarını kendi projeleri ve ilgileri doğrultusunda harcayabiliyorlardı. müzik ve sanat eğitimi waldorf kadar etkili olmasa da günlük müfredata ince ince işlenmişti. üstelik farklı yaşlar bir aradaydı ve bu okulda değerlendirme de (not, karne vs) yoktu. bütün beklentilerimizi yan yana koyunca idealize ettiğimiz alternatif tanımına oldukça yaklaşmıştık. hatta bu okul bize waldorftan çok daha yakındı. okulun iki çocuk için ücretlerini de öğrenince neden olmasın diyebileceğimiz bir noktaya varmıştık.

okul ziyaretlerini bitirdikten sonra civarı ve müzeleri de keşfetmeye karar verdik. potansiyel olarak değerlendirebileceğimiz, içimize sinen iki okul bulabildiğimize göre; neredeyse 7-8 senemizi geçirdiğimiz ve kalple bağlı olduğumuz şehrimizi terkedip taşınacağımız bu yeni ortama daha kalıcı bir gözle bakmaya başlayabilirdik.

üzerinde düşündüğümüz okullar; üç büyük şehirin bağlantı noktası olan bir bölgedeydi. bu bölgede ulaşım büyük otobanlar üzerinden sağlanıyordu. ve maalesef sürekli bir kargaşa ve hızlı akan bir yaşam hali vardı. bir yerden diğer bir yere varabilmek için kendimizi her seferinde çıkmaz bir trafiğin ortasında buluyorduk. buna pek alışık olduğumuz söylenemezdi. bizim kasabamız böyle değildi, huzurlu ve sakindi. ulaşmak istediğimiz her yere kısa bir sürede varabiliyorduk. hatta şehirdeki en uzak noktaya gitmemiz trafikle en fazla 15 dakikamızı alıyordu. çocuklar istedikleri saatte özgür bir şekilde sokakta oynayabiliyorlardı. civar mahallelerdeki bir çok çocuğun okula veya havuza, tek başlarına bisikletle gittiğine her gün şahit oluyorduk.

o an düşüncelerimiz; çocuklarımıza küçük bir şehirde verebileceğimiz gerçek anlamda bir özgürlükle;   büyük şehirde sadece bir bina içinde verebileceğimiz özgürlükleri kıyaslama arasında gidip gelmeye başlamıştı. zihnimiz en doğru kararı vermek için çabalıyordu.

kendi yaşadığımız şehir, bütün ülkedeki suç istatistiklerine bakıldığında, en düşük oranlara sahipti. şehrimiz aynı zamanda yabancı öğrencilere de ev sahipliği yapan bir üniversite kasabası olduğu için; farklı milletlerden insanlar bir arada yaşıyordu. dolayısıyla farklılıklara gösterilen saygı da üst seviyedeydi. ekonomik olarak giderlerimiz büyük şehirlere göre oldukça azdı. bütün bu sebeplerden dolayı özgürlüklerimizden vazgeçmek bana pek mantıklı gelmiyordu.

lakin öyle de oldu. büyük şehirlerin gelecek vaad eden; her türlü kariyer olanaklarına, kültürel etkinliklere, aktivitelere, eğitim olanaklarına, müzelere ev sahipliği yapan ışıltılı fakat bir o kadar da karmaşık hali, bizi vereceğimiz bu karar üzerine yine derin düşüncelere itti.

belki de aradığımız bir okul değil kendimizi ve çocuklarımızı dinleyebileceğimiz sakin ve sıcak bir yuvaydı. o gün dönüş yolculuğunda kafamı meşgul eden soru nihayet dile geldi. bülent’ e döndüm ve şöyle sordum:

“biz bu karmaşa içinde her gün saatlerimizi harcamaya hazır mıyız? “

açıkçası o beş günün sonunda evimdeki huzuru çoktan özlemeye başlamıştım.

nedense büyük bir heyecanla açılan bütün kapılar ardı ardına kapanıyordu. belki en büyük sebebi bizdik. ya da henüz farkında olmadığımız bir güç bize yol gösteriyordu. biraz deli cesareti , biraz kararlılık ve biraz da hayallerimizin peşine düşerek çocuklarımızla mutlu olacağımız başka bir hayat kurabilirdik. ama olmuyordu. dilimiz olur demiyordu. haydi taşınalım diyemiyorduk. okulların başvuruları için deadline lar yaklaştıkça kendimizi daha büyük bir çıkmazın içinde buluyorduk.

 

bundan sonra:

okulsuzluk – 7. bölüm : çocuklar okula gitmeseler, ne dersin?

okulsuzluk- 8. bölüm : okulsuz ilk iki yıl…

okulsuzluk – 9 bölüm: geriye dönüş yok…

okulsuzluk- 10. bölüm: okulsuz hayat için düzenlemeler ve ev hayatı…

okulsuzluk- 11. bölüm: yasal olarak “evde eğitim”

okulsuzluk- 12. bölüm: ya sonrası?

okulsuzluk- 13. bölüm: doğru bilinen yanlışlar ve sık sorulan sorular

14 Responses to okulsuzluk – 6. bölüm: alternatif arayışlar devam ediyor…

  1. sanki bir roman okuyormusum gibi hergun kontrol ediyorum acaba yeni bir post var mi diye, sizi su an uyguladiginiz egitime goturen sebepleri ogrenmek guzel, ufak bir arastirma yaptigimda aldiginiz kararin gercekten cesaret isteyen birsey oldugu farkettim. dile gercekten kolaymis okulsuz egitim demek, belki de ise hakim olmadigim icin gozum korktu diyebilirim. mevcut durumumun degismesini kabullenmek de kolay degil, fedakarlik isteyen bir durum. Allah kolaylik versin size.

    • sevgili Zeynep, evet ilk zamanlar bizim icin de zordu. ama daha ileride anlatacagim gibi bu birazda dusunce sistemimizi ve perspektifimizi degistirmekle, yeni bakis acilari edinmekle ilgili. buradaki onemli nokta okulsuz egitimi yapmak veya buna cesaret edebilmek degil; kendimizi, ebeveynler olarak, degisime ne kadar acabilirizle de ilgili. ve bu 1-2 gunde olabilecek bir sey degil. ama sunu da gonul rahatligiyla soyleyebilirim; eger gelecege dair kaygilariniz varsa, mesela cocugunuzu krese veya erken yasta okula gondermek gibi, veya benzer konularda dusunmek size bir rahatsizlik veriyorsa, zaten kendinizi degistirmek icin en onemli adimi atmissiniz demektir. asil problem butun bunlari dogal ve olmasi gereken bir surec gibi dusunup kalabaliklarin icinde kaybolmak olurdu.

  2. Husra hanim merhabalar…
    Nasil baslasam inanin bulamiyorum.
    Ziyafet sofrasinda yemeklerin hangisinden yesem hangisiyle baslasak diye dusunuruzya,oyle hissettim kendimi…
    Coook uzun bi hikayemiz yok ama 2 kiz 1 oglan annesi olarak pasifik asyadan yaziyorum.3.dunya ulkesi olan Endonezyada hicbi egitim sistemi kisaca gecilecek gibibdegil..ilk Kizim 5 yasinda ve ben 1 yildir beyin firtinasi yasamakdan kafa agrilarim bitmez olmaya basliyordu artik…
    Zaten okul yok,olanlar gidelebilmesi icin sizin saydiginiz kriterlere bile gelememis durumda:(
    Kaldiki bikac aile bir araya gelip biseyler yapalim hic mumkun degil..okadar caresizlik dusuncelerindeyizki.biz sizle lutfen goruselim Husra hanim.
    Buraya yazilamayacak uzunlukda ve minvalde seyler var.
    Kisaca ulkede temizlik de sifir..egitimde sifir.Herhangi bi programa uymak icin uyumlu okul bulmak sart ama yok da yok burda…
    Gorusebilmek umidiyle.
    Selamlar

    • Zeynep Hanim, cok tesekkurler paylastiklariniz icin. sizden ricam, lutfen yazilarin devamini bekleyin. butun yazi dizisini bitirdigim zaman okulsuzluk icin cok fazla kaynaga ihtiyaciniz olmadigini goreceksiniz. sizde farkettiyseniz bahsettigim kriterlere uygun okullar bulabilmemize ragmen bizde tercihimizi “okulsuzluk” yonunde kullandik. yazi dizisi bittikten sonra sorularinizi blog uzerinden sorabilirseniz, ayrintili cevap verebilirim, boylelikle okuyan herkes faydalanmis olur. cok sevgiler.

  3. neden devam etmiyorsunuz yazılarınıza? zor günlerden geciyoruz, bugünlerde cokca umuda ihtiyacımız var. lütfen devam edin yazı dizinize.

    • sevgili sedef; yazi dizisini yarim birakmadim. ama diger bolumleri yazabilmek icin zamana ihtiyacim oluyor. gunluk yasantimiz icinde, her gun 2-3 saat blok zamanimi buna ayirabilmek, aile dengelerimizi zorluyor. blog postlarini hazirlamak ve yazilari duzenlemek de zaman aliyor. ustelik elimden geldigince ayrintili yazip, kendi deneyimlerimizi eksiksiz aktarmak icin cabaliyorum. eminim siz de beni anliyorsunuzdur. sevgiler.

  4. Biliyorsunuz biz de okulsuz eğitim yapmaya çalışıyoruz el yordamıyla. O nedenle ancak vakit bulup okuyabildim yazınızı ve birkaç soru canlandı zihnimde:
    1. Bahçeli bit eve yeni taşındık. Annem kış için mutfağa küçük bir masa kıymak lazım dedi. Ben de bir yer masası koymuştum, ayak üstü atıştırmalar için. Şimdi bu yazıyı okurken kafamda şimşek çaktı “neden kışın da bahçede yemeyelim ki?”. Bazen çok fazla zamanımızı “dışarıda” geçiriyormuşuz gibi geliyor. İçeride yapılabilecek aktiviteler dışarıda yapılamıyor, özellikle kışın. Ama belki de “çok fazla” diye bir şey yoktur, bu da bizim tercihimizdir. Kışın da dışarıda yemek yemeyi deneyeceğim çocuklarla.

    2. “Çocuklar kendi projeleri ile uğraşırken öğretmenler de kendi işleri ile meşguldü” diye yazmışsınız. O esnada dikkat etmeye fırsatınız oldu mu bilmiyorum ama öğretmenler acaba gerçekten kendilerine ait bir “işi mi yapıyorlardı, yoksa onlar da bir proje üzerinde mi çalışıyorlardı. Gerçi çamaşır yıkamak bile başlı başına bir proje aslında zamanlama vs gerektiren. Ama misal, ben çoğu Zaman çocuklarla paralel yaşıyorum. Ben kendi işlerimi yapıyorum, onlar kendi işleirni yapıyorlar. Ama iş bir proje üzerinde çalısmaya geldiğinde ya benim de o projede ortak olmamı istiyorlar ya da benim de onlarla birlikte oturup onlarınkine benzer bir proje yapmamı bekliyorlar. Bazen çok mu ev işine Zaman ayırıyorum acaba? diye ikircikleniyorum. Zira çocukların eğitimi için kariyerimi bıraktım ben, smacım ev işi yapmak değildi. Ama diğer yandan da ev işi yaparak çocuklara örnek olduğumu da umuyorum. Anne tereddütleri işte, klasik :)

    3. Çevremde arkadaşlarımın çok sevdiğim çocukları var. Okula başladıktan sonra onların gözlerindeki pırıltının yok olduğunu, çocukların matlaştıklarını fark ettim. “Yaş ile mi ilgili acaba? Büyülü çocuklukları mı bitti?” diye düşünüyor ve korku ile kendi çocuklarımın gözlerine bakıyorum. Ama bir yandan da “insan belki kendi çocuğundaki bu tür bir kaybı fark edemiyordur?” diye düşünüp acaba kendini çocuklarım neşelerini kaybederlerse fark eder miyim diye telaş ediyorum. Şimdi şimdi bu okuldaki çocukların gözlerinde ışık vardı diye yazınca çok ümitlendim. Çocuklarım belki de hiç kaybetmezler o ışığı? Mümkün yani bu belki de? Umarım öyle olur…

    4. Sanat aktiviteleri için ayrılmış olan odada hangi sanat türleri için materyaller vardı hatırlıyor musunuz? Ben de bir oyun odası yaptım. Fakat resim ve hamur (heykel) materyalleri odayı kirlettiği için onları kış bahçesine almayı düşünüyorum. Ama en çok zamanları oyun odasında geçtiğinden “sanat odası”nı çekici hale getirmem gerekiyor. Boyalar ve hamur yeterli mi? Arada slime vs de yapıyorum. Sağa sola sanatsal resimler, fotoğraflar asıyorum hem tanınmış reprodiksüyonlat hem de kendi eserleri. Belki ileride video çekimi ile film gösterimi de devrete girebilir, yedinci sanat sinema. Müzik aletleri zaten var. Dansı da biz içine ekliyoruz. Başka hangi sanat dalları ve materyalleri bulunmalı acaba? Aaa şimdi yazarken aklıma geldi, drama ve tiyatro da dahil olmalı o odaya. Kostüm kurusunu da oraya koymalıyım.

    Çok iyi geldi bu yazı bana. Çok teşekkür ederim.

    • Pinar cim, merhaba :) cevap vermeden yayinlamak istemedim mesajini. aslinda cvp tan ziyade ( ki bu konuda hepimiz her zaman el yordamiyla bir seyler yapiyor olacagiz :) ) ben de bazi konular uzerine dusuncelerimi paylasmak istedim .

      1) disarida yemek yemeyi biz de cok seviyoruz. tabii size gore cok daha soguk bir iklimdeyiz, o yuzden yaz kis mumkun degil. blogda bahsettigim montessori okulu da cok daha iliman bir iklimde zaten . kışın cocuklarla hiking yaptigimiz zaman bir taşın üzerine çömelip veya ormanda titreyerek de olsa yemek yemek, insanın başka bir boyutta hayatı anlamasına yardım ediyor. bazen kendimiz için bazı şeyleri deneyim etmekte ne çok geç kalmışız diyorum ama bu hisleri tadarak büyüyen çocukların, kendilerini doğaya çok daha yakın hissedeceklerini biliyorum, ve yüzlerini o yöne döneceklerini… bunun düşüncesi bile bana mutluluk veriyor :)

      2) biz de çocuklardan bağımsız yaşıyoruz. çok mu radikal oldu? :) , belki de oyle. bizim evde herkes kendi isi projesi uzerinde ugrasir, Bera haric elbette. ama kizlar bizden bagimsiz yasiyorlar desem belki daha dogru olur. Almila ( 11 yasinda) baska bir boyuta gecti. mesela yaz aylari boyunca, yuzme takimi icin 8 de havuzda olmasi gerekiyor. saat 6 da uyaniyor, tikirtilarini duyuyorum. mutfakta temiz bulasiklari kaldiriyor ( evdeki gorevi) , kahvaltisini hazirliyor, biraz kitap okuyor sonra giyinip, cikiyor evden. biz cogu zaman o cikarken henuz uyanmis oluyoruz. eve dönünce; kitabi, projesi, vs. bizden bagimsiz hareket etmeye devam ediyor. bennu da genelde oyle, bazen 2-3 saat ortadan kayboluyor, sesi geliyor ama gidip rahatsiz etmiyoruz, elinde bitmis bir projeyle cikiyor ortaya. cocuklar bizi sadece problem cozucu olarak goruyorlar galiba; kardes kavgalari, projelerdeki eksik malzemeler, arada canim sikildi, ne yapayim vs gibi… mutfak evin tam ortasinda oldugu icin gun ici sohbetler orada donmeye devam ediyor, herkesin bulusma noktasi, yani bizim kürkçü dükkanı :) . acikcasi ben ev islerini ikinci plana atiyorum, bizde bulent de evden calistigi icin bolustuk her seyi, o yuzden yukum sana gore cok daha hafif. bilemiyorum beni kendi projelerimle ugrasmak daha cok tatmin ediyor ama evin duzenli olmasi konusunda hassasim, karisiklik cocuklari da negatif etkiliyor. sadece kiyi kose temizligı yapmıyorum. akademik hayatı ilk bıraktığımda sudan çıkmış balık gibiydim, şimdi ben ne yapacagım? dediğim zamanlar cok oldu. sonra farkettim ki ben hayatım boyunca okula gitmekten başka bir iş yapmamışım, kendim için hiç bir hobi geliştirmemişim, bunu anlamak çok ağır geldi bana. sonra oturdum creativity üzerine kitaplar okudum, kendimi keşif yolculuğuna çıktım. okulsuzluğun en güzel yanı bu oldu benim için, kendimi keşfetme sürecim, şimdi çok daha barışığım, eğer işim mutfaktaysa ondan da keyif alıyorum. üzerimize yaftalanan ev hanımlığını kabul etmiyorum. ne yaparsak yapalım biz üretmeyi seçtik, üretmeyi ve ailemize faydalı olmayı, körü körüne sistemi beslemiyoruz, daha ne olsun?

      destan yazdım soruna cvp vermedim, montessori okullarında öğretmenlerin işi gözlem yapmak zaten, bir de gerekli zamanlarda sunum yaparlar. kendi projeleri üzerinde çalıştıklarını zannetmiyorum ( burada kendi projelerinden neyi kast ettiğini de anlamadım aslında; gözlemlerini not almak, ders planlamak kendi projeleri olarak mı sayılır?)

      3) hayır çocuklarımız gözlerindeki ışığı kaybetmeyecek, yaşamaktan zevk alacaklar, buna kalpten inanıyorum. okulun da, çocukları körelttiğine ve sıradanlaştırdığına inanıyorum. yani çocuklar okulda kendi içlerindeki, onlara has tılsımı kaybediyorlar, ya da derine gömüyorlar diyelim. biz tam tersi için savaş veriyor değil miyiz? o tılsımı, kendi potansiyellerini ortaya çıkartmaları için çalışıyoruz, ve o ışığı yaşatmak için…

      4) elişi malzemelerini çoğaltabilirsin belki? yani yünler ( parmak örgüsü, şiş örgüsü vs gösterebilirsin), loom ( biz de çok populer), küçük bir dikiş makinası ve çeşitli kumaşlar ortamı ve aktiviteleri zenginleştirir. ben fırsat buldukça son craft kitaplarını inceleyip onlara yatırım yapıyorum. yazı dizisindeki kaynaklar kısmına elimdeki kitapların fotoğrafını çekip koyarım. ben odanın birini homeschooling odası olarak ayırdım; evin en aydınlık, en ferah, en büyük odasını… aslında evin üç odası tamamen çocuklara ayrılmış durumda şu anda.
      zaten okulsuzlaşıyorsak, klasik ev düzeni bakışımızı da değiştirmemiz anlamına geliyor. salon, oturma odası ayrı, ağır eşyalar… bana garip geliyor bu anlayış. “yaşayan evler” fikrini seviyorum. mesela evim daha küçük olsa ( ki bir gün küçüleceğiz), o durumda biliyorum ki sağa bir koltuk atarım, geri kalan alanı işlevsel hale getiririm. bizim homeschooling odasının fotoğraflarnı da ayrıntılı çekip paylaşayım. bu arada bizim kızlar baskı yapmayı da seviyorlar ( geniş silgiler ve özel oyucu bıçaklarımız var). sonra minik oyuncaklar dikiyorlar, özellikle bez bebeklerinin evleri için bir sürü minyatür oyuncak üretiyorlar ( bunları da fotoğraflıyayım) . pinterest i de kullanmaya başladılar. ben sanat olarak bakmıyorum bunlara, sanat kelimesi bence kısıtlıyor, işin zevkini alıyor, herkes sanatçı ruhuna sahip bence, o ruhu besleyip beslememek bizim elimizde . buna yaratıcılığı teşvik diyorum, üretmenin keyfine varsınlar istiyorum, hepsi bu.

      sohbet esnasında benim de hissettiklerim ses buldu, iyi geldi. asıl ben çok teşekkür ederim.

  5. Cevabınız için çok tesekkürler. Yazılarınızda çocuklarınızın bebekliğinde bir alt yapı oluşturmak adına nasıl bir yol izlediğinizden de bahsedebilir misiniz? Özellikle özgürlük konusunda sınırı nereye kadar çiziyorsunuz ya da bir sınır var mı? :) 2 aylık bir bebeğim var. O yüzden çok merak ediyorum. Tesekkür ederim. Sevgiler…

    • sevgili Asena, sorunuzu tam olarak anlamamis olabilirim. anladigim kadariyla cevap vermeye çalışayım. cocuklarimiza bebeklik doneminde herhangi bir kisitlama getirmiyoruz; hepsi sinirsiz istege bagli anne sutu ictiler ( 26 ay, 24 ay, 28 ay, sirayla)… ortanca kizim ve oglumla beraber yatagimizi paylastik, yani co sleeping yaptik ( buyuk kizimin odasina biz tasinmistik). en kucuk oglum ( 2,5 yasinda) hala bizim odamizda kendi co-sleeper inda uyuyor. yine bebeklik doneminde kucakta tasimaya inaniyorum, ya ben ya da esim surekli vucudumuza sararak tasidik, ozellikle ilk bir sene…bebek zaten dogumdan 2 yasına kadar dunyaya gelmiş sayılmıyor, bebegın ihtiyaçlarının hemen ( aglama baslamadan) karşılanması elzem, ve anne-bebek bagının bu dönemde saglıklı kurulması da çok önemli. çocuklarımın üçü de bebeklik döneminde ( gaz sancıları bittikten sonra) ne süt ne de başka bir ihtiyaç için ağlarlardı, ağlamalarına hiç fırsat bırakmadık ( düşer, incinir ağlar elbet). fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını o anda ( ortaya çıktığı anda) karşılamak için elimizden geleni yaptık…. umarım sorunuza cvp verebilmişimdir. sevgiler.

  6. Evet cevabımı aldım, çok teşekkür ederim. Son bir sorum daha olacak bu konuyla ilgili. Uyku arkadaşı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konudaki fikirlerinizi de yazarsanız çok sevinirim. Çok sevgiler…

    • sevgili Asena, bizim hiç uyku arkadaşımız olmadı, bu konuda hiç araştırma da yapmadım. ama kendi annelik içgüdülerime dayanarak en güzel uyku arkadaşının annenin göğsü olduğunu düşünüyorum.

  7. cevabınız için çok teşekkürler. :) yukarıdaki yorumda değişiminize sebep olan creativity üzerine kitaplar okudum demişsiniz. mutfaktan bile zevk almanızı sağlayan bu kitapları çok merak ettim. benim de aynı sizin gibi böyle bir dönüşüme çok ihtiyacım var. bana ağır gelen şey doğayı çok fazla sevmediğimi ve önemsemediğimi fark etmek oldu. sonra geriye dönüp baktığımda pikniğe gitmeyi bile sevmeyen bir ailem olduğunu gördüm. zaten şehirde doğmuş büyümüştüm. gerçekten çok utanç verici ama doğaya olan sorgulamam sizle beraber başladı desem abartmış olmam. çünkü sevmiyorum deyip geçiyordum. eve alınan çiçeklere bakmayı bile unutuyordum. ama yukarıda yazdığınız yorumu okuduğumda dedim ki insan sevmediği şeyin üstüne gidebilir ve nedenini bulup sevebilir. çünkü fıtratımızda olan şeyler bunlar. sevmemek bir problemi göstermez mi? o yüzden bu kitapları merak ettim. bu değişiminiz konusundan da biraz daha detaylı bahsetmeniz mümkün mü? vaktinizi çok alıyorum kusura bakmayın ama gerçekten ihtiyac duyduğum için sorduğum sorular…
    sevgiler

    • Yok, mutfaktan zevk almiyorum :) onu ima etmedim sanirim, sikayet etmiyorum anlaminda soyledim. benim gecmisim akademik agirlikli, cok disiplinli bir okul hayatim vardi. (bununla ilgili bir sonraki bolumde ayrintili bahsedecegim). ve ders calismak anne olana kadar tek bildigim hobiydi. sanirim hayata farkli bakmama saglayan ilk kitap radical homemakers oldu. ve sonrasinda da creative family ( amanda blake soule) kitabi sayesinde yeni bakis acilarini test etmeye basladim. ama dedigim gibi benim kendimi kesfedecek vaktim hic olmamisti. o yuzden cocuklugumda bana zevk veren isleri hatirlamaya calistim. cocuklugum ve simdi arasinda sadece okul hayatim vardi, tabiri caizse ot gibi okumusum :) sonra farkettim ki cocuklugumda elisi yapmayi hep sevmistim. bunun uzerine kendime dikis ogrettim, baktim seviyorum, biraz orguye basladim, bu arada farkli craft kitaplari edinmeye basladim, baski yapmak, fotograf cekmek, resimli gunlukler tutmak vs. gibi, icerigi ve fotograflari zengin kitaplar buldum. o anda hangisi ilgimi cekiyorsa ona yoneldim. yavas yavas hem ev uretimine katkida bulunmaya basladim ( giderlerimizin azalmasi konusunda) , hem de yaptiklarimla cocuklarimin hayatini zenginlestirmeye basladim, bu bana buyuk keyif verdi. hem de bir nevi meditasyon gorevi gordu, cunku cocuklarla 24 saat aile yardimi olmadan gecirmek bir muddet sonra yormaya basliyordu. urettiklerimle de mutlu olmayi ogrendim. (bu arada ben creativity kelimesini yaraticilik olarak degil de, ruhu dinlendiren isler yaparak uretmek olarak algiliyorum.)

      sizin de mutlaka ilgi duydugunuz, uretmekten zevk aldiginiz isler vardir, illa elisi olmak zorunda degil, icinizdeki asena yi kesfetmenize yardim edecek neyse o…

      umarim sorunuza cevap verebilmisimdir…

HOŞGELDİNİZ

Toprak ve doğayla bütünleşmek, evde üretmek, çocuklarımızla okulsuzluğu öğrenmek ve yavaşlamak için çabalayan altı kişilik bir aileyiz. Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler.