Monthly Archives: July 2015

çift rakamlar

çift rakamlar

bugün senin çift rakamlara girişini kutladık. günler öncesinden başlayan minik planlar, ince detaylar, tatlı hayaller nihayet bizi o ana taşıyarak senin gözlerindeki mutluluk kıvılcımlarına dönüşüverdi… sanki o gün biraz daha büyük geldin gözüme…bazen kaybettiğimiz bir eşya hep gözümüzün önündedir, fakat bir türlü göremeyiz, sonra birdenbire farkedip şaşırırız, hep burdaymış deriz…senin büyümende mi öyleydi?… son bir senedir- belki daha da uzun?- yatağının başucuna koyduğun saatin her sabah 5 te çalıp seni uyandırması…yaz başından beri kahvaltını ve atıştırmalığını hazırlayıp, çantana yerleştirip bize el sallayarak bisikletinle tek başına yollara koyulman… kıyafetlerimizi paylaşmaya başlamamız…hatta sana sürpriz olması için doğum gününde diktiğim elbiseyi önce kendi üzerimde prova etmem… balkonda öylesine bir günde kamerayla fotoğraf çekerken, “anne aklıma bir şiir geldi, kaydeder misin diye sorman, ve sonra yüzünü gökyüzüne ve toprağa çevirip ağzından birdenbire dökülen kelimelerin ve cümlelerin  içinde kaybolman…ve son filmine ilham kaynağı olabilmesi için en naif halinle içtenlikle yazdığın mektubu miyazaki’ye gönderme cesaretin…bütün bunlar ve daha niceleri gözümün önünde her gün yaşanırken, senin büyüdüğünü kabullenmeyi duygularımda hep ertelemek.. biraz daha, biraz daha… ama işte karşımdasın: kocaman sevgi dolu yüreğin, muzipliğin, içi her daim parlayan gözlerin, kimseleri dinlemeyen özgür ruhun, deli cesaretin, kararlılığın, toprağa, doğaya ve hayvanlara olan tükenmez sevginle… yeryüzünde göremediğimiz mistik yaratıklara olan derin inancın, kitap tutkun, çekmecelerini doldurduğun küçük el yapımı defterlerin, müziklerini uydurduğun peri şarkıların ve aklıma gelemeyen daha nicelerinle..

güzel kızım… ahh güzel kızım… daha dün minicik ayaklarınla buzdolabının üzerine çıkıp bizi seyreden sen değil miydin?…henüz bir yaşında dizine kadar alçıya alınmış bacağınla evin en yüksek dolaplarının içine tırmanan yine sendin, hatırlıyor musun? sonra,  sanırım onsekiz aylıktın. çıplak ayaklarınla balkon kapısını açıp tek başına parka gitmeye karar verdiğin gün…yüreğime inecekti derler ya…benim inmişti… ya iki yaşına bir ay kala acilde yüzüne dikiş attırdığımız gün? sen yeterki acını unut, ağlama diye hayatımın en büyük şaklabanlığını yapmıştım…Allahtan doktor sabırlı çıkıp bu deli kadını alın başımdan diye bağırmaya başlamamıştı…ya beş yaşında şakire teyzeme söz verdim diyerek kapıyı habersiz çekip, bilmem kaç sokak ilerleyip, caddeler geçip ben geldim diyerek kapılarını çalman, ve bizim evde bundan habersiz sokak sokak seni aradığımız gün…sonra bütün tatil boyunca gözünü bir tarafı uçurum olan kayalıklara dikip, biz tırmanmana izin vermeyince, her tehlikeyi göze alarak tırmandığın kayalıkların üzerinde şarkılar söyleyip gezinirken seni bulmamız… yüreğimiz hep ağzımızda…ve sonra bir gün evin camları değiştirilirken botlarını camları çıkarılmış pencerenin önüne koyup giymeye başlaman ve biz neredeyse küçük dilimizi yutacak bir şaşkınlıkla “ne yapıyorsun almila?” diye sorduğumuzda büyük bir ciddiyetle bize dönüp “camdan aşağıya atlayacağım” diye cevap vermen … peki geçen sene komşunun bahçesindeki neredeyse bir apartman yüksekliğindeki çam ağacının en ust dallarında seni bulmamiza ne demeli…

ahh deli kız, ahh cesur ve özgür ruh… bu seneye kadar hangimiz bilirdik bu çılgın ruhun sahibinin yeryüzündeki güzellikleri başka bir dille de ifade edebildiğini… bilirdik belki ama hayal eder miydik?

bir gün masanın üzerini toplarken o kart geçti elime, bu ne kızım diye sordum. şiir dedin. nereden buldun peki? pazardaki şair kadın benim için kağıda yazdı… nasıl yani?.. yani benim için şiiri kağıda yazdı… anlamadım kızım, yani sana yazdığı şiiri hediye mi etti?… hayır, öyle olmadı, şiiri ben söyledim, o da benim için kağıda yazdı… nasıl yani bu şiiri sen mi yazdın? evet. ( evet?!!!)… bülent , almila bu şiiri pazardaki kadına ben yazdırdım diyor??? birbirimize kaş göz işareti yaparken ortada tuhaf bir durumun, hatta yanlış anlamanın olduğunu farkedip gülümsüyoruz. kartı kaldırıyorum. bir iki gün sonra kart tekrar elime geçiyor. şiiri tekrar tekrar okuyorum. kalbim, aklı her daim yaramazlıkta olan bu deli dolu kızın yüreğinden bu kelimelerin nasıl döküldüğüne anlam veremiyor…sonra ona dönüyorum… almila yazdığın şiiri bana söyler misin diye soruyorum. bu sefer kelimeler tek tek ağzından dökülmeye başlıyor, mükemmel bir akıcılıkla ve yüreğinin taa derinlerinden. gözlerimden yaşlar boşalıyor. şüpheye düştüğüm için kendimden utanıyorum. ikimiz de utanıyoruz.

ve nihayet sen on yaşına, son bir senede yazdiğın altmışa yakın şiirin yürek olgunluğuyla girerken, ben artık büyüdüğünü inkar etmek istemiyorum, etmiyorum da. bana her gün an’ı yaşamayı, olanı olduğu gibi kabul etmeyi ve yargılamamayı öğretiyorsun. kendimi bazen farkında olarak, bazen de farkında olmadan seni değiştirmeye, kalıplara uydurmaya çalışırken buluyorum…ve sen hep, ama hep direniyorsun…iyi ki direniyorsun kızım. “hep diren”, olur mu?

biz sadece ve sadece sen direnebildiğin için, hayata senin gözlüklerinden bakınca onun nasıl da coşkulu ve heyecanlı bir yolculuk olduğunu görebiliyoruz.

sen belki de bundan sonra hiç şiir yazmayacaksın, veya belki yüzlerce yazmaya devam edeceksin… belki sokaktaki en cesur çocuk olmayacaksın, veya en cesaret gerektiren deli sporları yapacaksın….

ne farkeder?

sen seni keşfediyorsun… biz ise seni…

sen iyi ki büyüyorsun…

ve biz seninle öğreniyoruz…

hayatı, yeryüzünü ve ruhunun derinliklerini…

 

onarmak…

onarmak…

son iki haftadır peşinde geziyorum. almila, doğumgünün için ne istersin?…o ise kitap listeleri hazırlamakla meşgul. ve taş koleksiyonuna katacağı taşların hayalini kurmakla… yine bir fırsat bulunca üstü kapalı soruyorum… yavrum senin için bir şeyler hazırlamak istiyorum…sürpriz olsun, anne! …tamam sürpriz olsun ama küçük bir ipucu versen? pek oralı olmuyor.  ben ise özel olsun , benim elimden çıksın istiyorum. nihayet doğumgününe iki-üç gün kala yanıma geliyorsun…ne istediğimi biliyorum diyorsun…sonunda diyerek derin bir nefes alıyorum… ne peki? … bella yı benim için tamir eder misin? bir an şaşırıyorum, tamir etmek? doğumgünün için?… evet, lütfen tamir eder misin? … ama özel bir şeyler hazırlamak istemiştim, senin için… kem küm, kem küm… boşa konuştuğumun farkına varıyorum. o çoktan karar vermiş…

bella almila ya dört yaşında aldığımız bez bebeğin ismi. bebek evimize “bella” ismiyle geldi. ne o ismini değiştirelim dedi, ne de biz, geldiği ismiyle kabul ettik. son beş sene içerisinde çok güzel günleri oldu bella nın …almila yla arkadaş oldular, birlikte uyudular, gezdiler, güldüler, ağladılar, oyunlar oynadılar…günlerden bir gün kolunda küçük bir yırtık oluştuğunu farkettik…onu özenle diktik… ve sonra diktiğimiz yerden yine yırtıldı; yine tamir ettik… bir süre sonra iki kolu da sökülmeye başladı , derken bacakları, gövdesi… biz tamir ettikçe başka yırtıklar oluştu ve öyle bir an geldi ki bella tamir edilemez ve oynanamaz hale geldi. uzun bir süre bella yı yeniden dikebilecek birini aradım. bir kaç kişi buldum da; ama küçük bir parmak hesabı yapınca astarının yüzünden pahalıya geleceğini anlamak zor olmadı. yine günlerden bir gün bella yı elime aldım, evirdim , çevirdim. orasını burasını kurcaladım.  tamir ederim düşüncesiyle bütün parçalarını dikkatlice söküp ayırmaya başladım. nihayetinde daha önce bez bebek dikmiştim, tekrar dikerdim. fakat gözüme sökerken kolay gibi görünen iş bella paramparça olduktan sonra pek bir zor göründü. ve sonunda daha geniş bir vakitte tamir etmek için bir poşetin içinde rafa kaldırdım…

o günden bugüne neredeyse bir sene geçmiş…

bella yı raftan alıp sakladığım poşetten çıkardım. yırtılmış parçalarını tek tek inceledim. tamir ettiğimiz kısımlardaki iğne deliklerinin aslında kumaşı nasıl daha dayanaksız hale getirdiği dikkatimi çekti. yine benzer bir sorunla karşılaşmamak için bu sefer daha kalın keten pamuklu bir kumaş seçmeye karar verdim. dikişlerin daha sağlam olması ve oynarken hemen sökülmemesi için polyester ipimi dikiş makinasına geçirdim…ben yavaş yavaş çalışmaya başlarken farkında olmadan ellerim, aklım ve kalbim kendi aralarında sohbete daldılar.  kalbim bebeğin eskisinden de güzel olmasını, sahibinin çok mutlu olmasını istiyordu… aklım  kalbimin isteklerini yerine getirmek için sürekli yeni kararlar alıyordu, önce kalıpları çıkar, sonra çiz ve kes, parçaları nasıl birleştireceğini iyice düşün … ellerim ise aklımdan geçenleri tutarlı bir kararlılıkla uygulamaya koyuyordu, makas,kalem ve kumaş üçlüsü arasında ahenkle gidip geliyorlardı, hiç acele etmeden…

– çoçukluğumda sık sık ziyaret ettiğimiz,  içine sadece kendisinin sığabildiği,  minik, derme çatma dükkanı olan bir ayakkabı tamircimiz vardı. bazen,  işimiz olmadığı zamanlar, yanındaki tabureye çöküp getirdiğimiz ayakkabıyı tamir etmesini beklerdik. usta hayatımda gördüğüm en hamarat ellere sahipti. göz açıp kapayana kadar ayakkabılarımızın açılan burunlarını kalın bir iple sapasağlam dikmiş olurdu. hatta tamire giren ayakkabılar eskisinden de sağlam olurdu. onarmanın eşya üzerinde böyle bir etkisi vardı. tamire giden eşyalar eğer ustası da işinin ehliyse eskisinden daha sağlam, hatta yeni gibi olurdu. o yüzden biz atmak, yok etmek kavramlarını pek bilmezdik. eşya, ya tamir edilir ya da ihtiyacı olan başka birine verilirdi.-

..,gecenin karanlığında, loş ışıklar ve gölgeler arasında bir taraftan bebeğin bütün parçalarını yeniden, ve elimden geldiği kadar sağlam dikmeye çalışırken diğer taraftan da biten parçaları yünle doldurmaya başlamıştım. düşündüğüm tek şey, bebeğin eskisinden daha sağlam olmasıydı. bütün aşamalarda yanımda oturan bennu her yeni parça bitip masanın üzerinde yerini aldıkça heyecanla ellerini çırpıyordu… az kaldı anne, az kaldı…

aradan kaç saat geçtiğini bilmiyorum. bennu çoktan uyumuştu, bella nihayet bir araya gelmiş, sevimli bir ifade ile yüzüme bakıyordu. gözlerim yorgunluktan kapanmak üzere etrafı toparlarken içimi tarif edilmesi mümkün olmayan bir sevinç kapladı…bozulanı atmamak, onarmak, dönüştürmek, hatta içine sevgimi katmak… ve bunları yaparken de an’ ın içinde kaybolmak…kızım farkında olmadan bana en güzel “doğum” hediyesini vermişti.

P.S. tesadüf müdür bilmem… bella yı onarmadan bir kaç ay önce tamir etmek üzerine hazırlanmiş kısa metrajlı bir film serisi keşfetmiş, çok sevmiş ve bölümleri ailece her akşam izlemiştik.  uzun süredir bu kadar keyif alarak izlediğim başka bir program olmamıştı. aylar sonra bella yı onarıp bu yazıyı kaleme aldığım gün bennu yanıma gelip bölümleri tekrar izleyebilir miyiz diye sordu… düşündüm…bu kadar tesadüf olamaz dedim… hayatta hiç bir şey tesadüf olamaz…

*kısa filmleri şuradan izleyebilirsiniz ( bölümler Japonca (?), ama dili bilmenize gerek yok, lakin biz de bilmiyoruz, her ne kadar sessiz olmasa da oyleymis gibi düşünüp izlemek de oldukça keyifli…)

 

HOŞGELDİNİZ

Toprak ve doğayla bütünleşmek, evde üretmek, çocuklarımızla okulsuzluğu öğrenmek ve yavaşlamak için çabalayan altı kişilik bir aileyiz. Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler.